“Yaşamak bizim en eski çağlardan kalma yanık türkümüz
Ne duyurmasını biliriz ne söylemesini.”Arkadaş Z. Özger
Öykü yazarından dinlediğim şu olay düşer zihnime; seksen yaşında Ali amcadan bahseder. Ali amcanın bir köşede alamadığı son nefes olaysız dağılmaya neden olması gerekirken, kendini asarak meraklı kalabalığı etrafına toplar. Upuzun bir yaşam yavaş yavaş iniltiyle son bulurken, böyle bir patlama öykü barındırır. Yaşanılandan çok yaşanmayı istenilen midir öykü? Sakin kişilik sahibi bir öykücü, kalemin büyüsüyle bir katile dönüştürebilir. Dik dik bile bakamadığın karşındakine takabilirsin bıçağı, ağzını bıçak açmazken bağırırken bulursun kelimelerle. İçine attığın ne varsa tümünü öyküyle atıverirsin. Bu ya çocukluğun ise… Anlatırken gözlerini ışıldatan çocukluğun. Bir yemek kokusu, o zamanlar aldığın ilk hediye, küçük gözlerini koca koca açmana sebep ne ise öykü olur. Belki de bir sırrındır öykü. 1000 kelimeyle bilemedin 1500 kelimeyle kendini daha iyi bir yerde sandırır. Peki ya gidemediğimiz yerler onlarda bize gelir. Sokaklarıyla gökyüzüne bakan pencereleriyle, koca koca meydanlarıyla bizim olur.
-Sait Faik Abasıyanık, Alemdağ’da Var Bir Yılan
-Füruzan, Parasız Yatılı
-Bilge Karasu, Göçmüş Kediler Bahçesi
-Refik Halit Karay, Memleket Hikayeleri
-Haldun Taner, Ayışığında Çalışkur
-Onat Kutlar,İshak
-Leyla Erbil, Gecede
-Oğuz Atay, Korkuyu Beklerken
Birçok güzelden birkaçını buraya bırakıyorum. Mekan Ajandası’nı kucaklamanın mutluluğunu bu özel gün 14 şubat öykü gününe taşımak istedim. Gününüz kutlu olsun. Öyküsü kendine münhasır okurlar…