Vampir, birçoklarına göre sinemanın bize kazandırdığı kurmaca bir karakter. Fakat gelin görün ki vampir denen mit aslında gerçektir. Tabii ki filmlerde olduğu gibi değil ama tarihte vampirlerin varlığına dair birçok hikaye mevcuttur. Hatta vampirler anadolu topraklarına bile uğramıştır.
Vampirlerin tarihinin Netflix’in dizisi Dracula ile ne alakası var diye sorarsanız cevabım çok alakası var olur. Hatta dizinin finali, tamamen vampirler tarihi ile alakalı. Genel itibariyle zaten Dracula dizisi, vampirler tarihi üzerine çok başarılı bir dizi. Fakat dizinin en beğendiğim yanı, klişeleşmiş Nosferatu hikayesini alıp modernleştirmesi. Üstüne finalinde, klişe Nosferatu ve modern Dracula’yı çöpe atıp Bram Stoker öncesine dönmesi. Yani, bize öğretilen vampir hikayesinin aslında gerçek hikaye olmadığının ortaya çıkması. Daha da ilginci, Dracula’nın bile gerçekleri bilmiyor olması. Çünkü inanmak yeter.
Konu bir üst paragrafta dediğim gibi klişe. Dracula’nın avukatı şatosuna gelir; kont avukatı deli eder, ardından bir kadına aşık olup gemiye biner, yeni dünyaya gelir ve kadına musallat olur. Buraya kadar her şey aynıyken sonunda kalbine kazık çakıldığı ve mutlu sonla biten kısmı değiştirilmiş; modernize edilmiş. 3 bölümden oluşan dizinin ilk 2 bölümü klişe Nosferatu hikayesi. Ama biraz daha detaylı ve eklemeli bir anlatımla sunuluyor. Vampir denen mitin özelliklerini daha iyi tanıdığımız, efsanesinde neler yer aldığını gördüğümüz 2 bölüm. Fakat 2. bölüm sonu itibariyle hikaye klişeden çıkıp hiç bilmediğimiz bir yola sapıyor.
Normalde Dracula, tabutunun içinde huzurlu bir şekilde yeni dünyaya varır. Fakat Van Helsing’in büyük çabaları ile bu sefer denizin dibini boylar. Van Helsing, vampir avcısı mitidir ki Netflix kendisini kadın yaparak başarılı politik doğruculuk hamlesi yapmış. Sadece hikaye olarak yedirmekle kalmıyorlar, Dolly Wells’in muhteşem oyunculuğu da diziyi sevmemizde büyük bir rol oynuyor. 3. bölüm, ölümsüz kontun günümüze kadar gelebilseydi neler yapacağı ile alakalı. Bir bölüme sığdırılmış olmasından ötürü biraz eğreti dursa da Dracula’nın laboratuvara kapatıldığı sahneler gerçekten harikaydı.
Dizi, özellikle aksiyon ve oyunculuk adına muhteşem. Vahşiliği doruğunda yaşatan, sıkıştırılmış olmasına rağmen 3 bölümü sonuna kadar keyifle izleyen bir iş. Ama dizinin ben en çok etkileyen kısmı, finali oldu. Çünkü finali, yukarıda linkini verdiğim vampirlerin tarihine bağlanıyor. Teknik kısmına değindik zaten, biraz da tarihten bahsedelim. Aslında vampir milattan önce 3800 yılından beri var olan bir varlıktır. Kimileri onlara hortlak dedi, kimileri hasta. Asıl vampirler, belirli bir sebepten kan emdiği bilinen ama gündüzleri de dışarı çıkabilen varlıklardır. 1897 yılında Bram Stoker, var olan tüm vampir hikayelerini derler, her şeyi Kazıklı Voyvoda olarak bilinen Vlad Tepeş ile birleştirir ve ortaya yepyeni bir vampir miti çıkarır. 1922 yılında da F.W. Murnau, yönetmenliğini yaptığı Nosferatu ile güneşe çıkamayan vampirleri sinemada tesciller. Böylece 1922’den itibaren, şuan bildiğimiz vampir doğmuş olur.
Dracula dizisi, Bram Stoker’ın bütün efsanelerini kullanmış olmasına rağmen finalde çok harika bir twist yapıyor. Çok basit deyişle, Dracula adına yazılmış her şey aslında sahtedir diyor dizi. Öyle ki, Dracula bile bunu bilmiyordu. Çünkü bu ona inandırılmıştı. Efsanelerin, mitlerin, geleneklerin ya da göreneklerin nereden geldiğini çoğumuz bilmeyiz. Sadece gerçekleşmeleri gerektiğini, yapılmaları gerektiğini düşünürüz. Dracula da gelenekçi biri. Onun için yazılmış olan her şeyi birebir uyguluyor. Aslında o da inanç zincirlerine yakalanmış biri. Dizi, Bram Stoker’ın Dracula’sı olarak başlayıp sonunda her şeyin aslında kurmaca olduğu gerçeği ile bitiyor ki gerçekten şahane bir final. Ve daha da güzeli, asla kavuşamadığı kadınına kavuşarak, yine enfes bir twist ile noktalanıyor.
Sözün özü… Güzel dizi. İzlemenizi şiddetle öneririm.