28 Şubat Yaşar Kemal adının ölümsüzlük günü. Türkçe’nin son destancısının göçüp gittiği gün. Çeşitli mecralarda kim olup olmadığına dair bilgiler bulunacak hatta kutsanacak. Ben Yaşar Kemal adının ölümsüzlüğünü bir başka şekilde ‘kutsamak’ istedim. Türk edebiyatında neden önemli olduğunu bugün neden bu yazıyı yazmak zorunda hissettiğimi anlatmak için sürekli tekrarlanan ama içi boş kalan yönlerinden söz edeceğim. Aşık dediğimiz halk sanatçısı olmasından ve halkın içinden topladığı malzemelerden bahsedeceğim.
Türk Edebiyatı’nı bazı dönemlere ayırırız. İslamiyet öncesinden getirip moderne kadar taşırız. Osmanlıca deriz, Tanzimat deriz, süslü laflar kullanarak ‘halktan uzaklaşmışlar’ diyerek geçiştiririz. İşte Yaşar Kemal böyle bir edebiyatın içinde doğmuş ve Türk edebiyatını ‘halkla’ şekillendiren isimlerin arasına karışmıştır.
Halk edebiyatı, Türk edebiyatı tarihinde genellikle küçük görülmüştür. Ninelerin anlattığı masallar, sokakta oynarken çocukların birbirine sorduğu bilmeceler, düğün ya da cenaze gibi birlik beraberliğin günlerinde yakılan türküler hiçe sayılmış onun yerine sadece sarayın, okuma yazma bilenlerin beğenisine sunulan yaratılar önemli olmuştur. Divan şiiri halktan kopuk değildi elbet ama Tanzimat’la beraber ‘özümüze’ dönme isteği yaratacak kadar da uzaktı. Denedik olmadı; Kurtuluş Savaşı’na kadar. Yeni bir vatan kurup ‘özümüzü’ korumak istedik. 1950 kuşağı toplumcu gerçekçi yazarlarının tek derdi vatanın ‘yeniden kurtuluşu’nun halkta olduğunu anlatmaktı. Halk edebiyatı tekrar gündeme geldi.
Peki ne yapmıştır Yaşar Kemal, yazdığı romanla toplumun her kesiminden ‘hayır İnce Memed benim akrabam’ diye çıkarttığı çeşit çeşit ses dışında? Halk edebiyatını yaşatmış, toplumun hafızasını silinmekten kurtarmış bu toprakları sadece üzerinde yaşayanlara değil; aynı dünyayı paylaşanlara anlatmıştır. Çukurova’nın sıcağını, sıcakta ‘ağa’nın şiddeti altında ezilen tarla işçisini, Köroğlu’nu, Ağrı Dağı’nın öfkesini daha ötelere taşımıştır. Halk olmuştur, ‘toplumcu gerçekçi köy romanı’ döneminde. Bunlardan çok çok önce elinde bir dal Toroslar’ı kapı kapı dolaşıp ağıt derlemiştir. Yaşar Kemal edebiyatının başlangıcı aynı zamanda Türk Edebiyatı için de yeni bir soluktur.
Çünkü hiç kimse onun kadar ‘halk’a inmemiş bu kadar derin anlatmamıştır. Ağıt demek kültür demek. Ölünün arkasından söylenen hatta biraz da yücelten bir direniş yöntemi demek. Akademik çalışmalar dışında unutulmaya yüz tutmuş ağıtları derlemiştir Yaşar Kemal ve bunu sahibine yani halka geri vermiştir. Doğusundan batısına gözyaşlarının tadının aynı olduğunu anlatmak istemiştir. Ben ağıtları derleme meselesini biraz fazla ciddiye alıyorum. Nasıl Avrupa folklor tarihi James Macperson’ın “İskoçya Yaylalarından Derlenmiş Eski Şiir Parçaları” ile başlıyorsa -bence- modern anlamda Türk folklor tarihi de ağıtların derlenmesiyle başlar. Devamı da çocukluğundan beri duyduğu, dinlediği, ileride de kapı kapı dolaşıp derlediği efsaneleri ve destanları yazıya geçirmesiyle gelir.
Yaşar Kemal’e ‘Homeros oğlu’ derler destan anlatıcısı olduğu için. Haklı bir benzetme olduğunu düşünürdüm taa ki bir mahlası olduğunu öğrenene kadar. Mahlas hepimizin bildiği gibi şairlerin şiirlerinde kullandıkları takma adlarıdır. Divan Şiiri’nde de olduğu gibi Halk Şiiri’nde de kullanılır. Saz çalıp doğaçlama şiir söyleyenlere Anadolu’da “Âşık” denir. Bu aşıklar köy köy dolaşıp sanatlarını icra ederler, kahvelerde kendi aralarında yarışırlardı. “Aşık Kemal” de köy kahvesinde kendinden yaşça büyük aşıklarla yarışırmış. Aslında Kemal Sadık Gökçeli, Yaşar Kemal olmadan önce “Aşık Kemal”miş. Mahlası ona köy halkı vermiş. Bu bilgiye vakıf olduktan sonra hem ‘Homeros oğlu’ benzetmesi yavan kaldı hem de Yaşar Kemal gözümde -Ahmet Cemal’in de dediği gibi- Türk Edebiyatı’nın kendisi oldu. Dört senelik edebiyat fakültesinde ne öğrendiysem hepsini onda bulduğumu anladım bu mahlasla birlikte.
- -Ağıtlar derleyip derlemenin yönteminden nasıl derlediğine kadar her şeyi kitabında yazmış.
- -Masal kitabı yazıp geleceğin kendisi olan çocuklara haklılık ile güçlülük arasındaki ilişkiyi alegoriyle anlatıp bugüne kadar taşımış.
- -Aynı coğrafya üzerinde aynı dili konuşan insanların çeşitli sebeplerle nasıl farklı sözcükler kullandığını bütün dünyaya kanıtlamış. Kullandığı yöresel kelimeler Çukurova’nın, Toroslar’ın ağzıdır. Çoğu kişi bu kelimelerin uydurma olduğunu düşünmüş ve yazara kendince eleştiri getirmiştir. Ali Püsküllüoğlu, Yaşar Kemal Sözlüğü ile bu yersiz eleştirilere cevap vermiştir.
- -Betimlemeleri ile bir kuşun kanat çırpmasına hayran bırakmış.
- Kullandığı Türkçe ile dilimize neden sahip çıkmamız gerektiğini genç yaşlı herkese kanıtlamış.
- Edebiyatımızda bitmek tükenmek bilmeyen , halkın ve doğanın sonsuzluğunda saklı olan ‘yenilik arayışı’nı gün yüzüne çıkartmıştır.
Şöyle bir bakınca “Vay be! Neymiş bu adam” diyorum. Putlaştırma tartışması düşüyor aklıma. Edebiyatı hayatı yapmış bir insan için putlaştırılacak bir insanı bilmem ama abartılacak biri varsa o da o Yaşar Kemal’dir. Eee ne de olsa:
“Allah yaratır Yaşar Kemal anlatır”.