“Bir insanı, meseleyi onun yönünden düşünmeye alışmadıkça anlaman imkansızdır.”
Harper Lee, yayımlandığı 1960 yılından bugüne altmış milyondan fazla satan romanı ‘Bülbülü Öldürmek – To Kill a Mockingbird’ kitabında Amerika’daki ırkçılığı ve eşitsizliği eleştirmiş, zaman zaman yasaklanmasına rağmen milyonların kalbinde taht kurmayı başarmıştır.
Harper Lee’nin asıl adı Nelle’dir. Fakat; ilk romanı yayımlanacağı sırada Nelle Lee’nin ‘Nellie’ diye okunacağını düşünerek daha cinsiyetsiz gibi görünen Harper ismini tercih etmiştir. 28 Nisan 1926’da ABD’nin güneyindeki Alabama eyaletinin Monroeville kentinde dünyaya geldi. Annesi Frances Cunningham Finch Lee ev hanımıydı. Babası Amasa Coleman Lee dava vekilliği yaptı. Avukat unvanını kazanmadan önce beyaz bir dükkân sahibini öldürmekle suçlanan iki siyahın savunmasını yaptı. Baba oğlun asılarak idam edilmesine engel olamadı.
Harper Lee çocukken erkeklerde dövüşür, öğretmenlerine laf yetiştirirdi. Bülbülü Öldürmek romanındaki Scout karakteri ile arasındaki benzerlik ilgi çekicidir. Babası, ablası ve kendisi gibi Lee’nin de avukat olmasını istiyordu. Bu sebeple önce Huntington Koleji’ne ardından hukuk okumak üzere Alabama Üniversitesi’ne gitti. Fakat; lisedeyken İngilizce hocası Lee’nin edebiyata merakı olduğunu fark ederek, yazmaya karşı ilgisinin gelişmesine katkıda bulundu. Lee bu dönemde on dokuzuncu yüzyıl İngiliz yazarlarını okuyordu ve en büyük tutkusunun ‘Güney Alabama’nın Jane Austen’ine dönüşmek’ olduğunu dile getiriyordu. Bu yüzden hukuk fakültesini tamamlayamadan ayrıldı. Yazarlık merakının izinde New York’a gitti. Burada çeşitli işlerde çalıştı.
New York’ta bir havayolu şirketinde çalışıyordu. Çok yoğundu ve izin almakta zorluk çekiyordu. İlk kez bir Noel’de çalışmayacaktı ve o Noel’i burada tanıştığı arkadaşlarıyla geçirecekti. Arkadaşları ona Noel hediyesi olarak, yaklaşık bir yıl geçinebileceği kadar para hediye etmişlerdi ve bunu verirken; “İstediğini yazabilmen için işinden bir yıllık izin. Mutlu Noeller.” şeklinde not yazmışlardı. Lee bu konuda şöyle diyordu: “Bunun bir şaka olmadığına beni temin ettiler. Bu yıl iyi kazanmışlardı. Kenara bir şeyler koyabilmişlerdi ve artık benim için bir şey yapmaları gerektiğini düşünüyorlardı.”
Bundan böyle işini bırakıp New York’ta soğuk bir odada meşhur romanını yazmaya koyuldu. ‘Bülbülü Öldürmek’ kitabında işlenen iki olay örgüsü paralel bir doğrultuda kitabın sonuna doğru bizi tek bir noktaya yönlendirir. İlk olay Finchlerin evinin aşağısında bulunan, çocukların –başkarakter Scout, abisi Jem ve yazları yanlarına gelen komşuları Dill- keşfetmek için çaba sarf ettiği, aynı zamanda korkuyla yaklaştıkları Arthur “Öcü” Radley’in etrafında döner. Bu ev içinde öcülerin yaşaması gibi peri masallarına ilham kaynağıdır. Scout, Jem ve Dill bu öcünün ortaya çıkması için çeşitli numaralar denerler. En sonunda verandasından indiği ve ona en çok ihtiyaç duydukları sırada hayatlarına girivermesine değin bu öcü, çocukların bu ilgisine birçok ufak hediye ile karşılık verir. Kitabın ikinci olayı Scout ve Jem’in avukat olan babası Atticus Finch ile ilgilidir. Yerel mahkeme kendisini Tom Robinson adında siyahi bir adamı savunması için atar. Beyaz bir kadına tecavüz suçuyla yargılanan Robinson’u onu eleştirenlere rağmen sonuna kadar savunacaktır. Atticus davayı kaybedeceğinden şüphelenir ama aynı zamanda davanın zorluğuna göğüs gerer. Yargısız infaz yapan insanlar ile vekilinin arasında durur. Öyle bir kahraman düşünün ki, mahkemede bütün insanların eşit olduğunu ve kimsenin rengi sebebiyle özel muamele görmemesi gerektiğini savunur. İnsancıl bir kahramandır, kendi doğrularından şaşmaz. Aslında onun doğruları insanlığın vicdanıdır. Bu tavrıyla hem başkarakter Scout’un hem de okurun kalbinde taht kurar.”Bana kalırsa tek bir insan türü var. İnsanların hepsi insan.”
1960 yılında yayımlanan roman geniş yankı uyandırmıştı. 1961 yılında Lee Pulitzer Ödülü’ne layık görüldü. Roman 1962 yılında sinemaya uyarlanmış, filmin başrol oyuncusu Gregory Peck en iyi erkek oyuncu Oscar’ını, film de en iyi senaryo Oscar’ı ödülünü almıştı.
Romandaki Scout karakteri birçok yönüyle Lee’nin kendi çocukluğundan başkası değildir. Babası Amasa Coleman Lee’nin iki siyahiyi savunması, romanda Scout’un babası Atticus’un siyahi Robinson’u savunması ile örtüştürülebilir. Komşu Dill karakterinin esin kaynağı ise Lee’nin çocukluk arkadaşı Truman Capote’den başkası değildir. Yıllarca dostluklarını sürdürmüşlerdir ve Lee’nin ilk yazarlık eğitimini Capote’den aldığı öne sürülebilir. Ayrıca Lee daha sonra, Capote’nin kült kitabı ‘Soğukkanlılıkla’ya dönüşen Cutler cinayetlerinin izini sürmek için araştırma yapmaya gittiği Holcomb, Kansas yolculuğuna da eşlik etmiştir.
Lee Bülbülü Öldürmek’i yayımlamadan önce J.B. Lippincott’da editör olan Tay Hohoff’a taslak olarak gösterdi. Lee’nin niyetlendiğinin aksine bu taslak romandan çok bir dizi hikâyeyi andırıyordu. Hohoff’un rehberliğinde ve önerisiyle kitabın bakış açısı bir çocuğun gözünden bakışa çevrildi ve bunu yazması iki buçuk sene sürdü. Sonunda modern zamanların başyapıtlarından biri ortaya çıktı.
Lee, neşeli, mütevazı ve sevgi dolu bir insan olarak hatırlanıyor yakın arkadaşları tarafından. Başyapıtını yayımladıktan sonra yayın yapmama kararı alması konusunda “Söylemek istediğimi zaten söylemiştim” dese de hep bir yazar olarak kalmış, buna pek çok arkadaşı ve onunla bir yıl geçiren, ardından bir anı kitabı yazan gazeteci Marja Mills de tanıklık etmiş. Harper Lee bu süreçte gözlem gücünü, merakını, espri anlayışını ve yazar duyarlığını hiç yitirmemişti. Sessiz, mütevazı bir yaşamı yeğleyen Harper Lee, Bülbülü Öldürmek’ten daha iyi bir roman yayımlamak ya da daha çok kazanmak zorunda kalmadı. Romandan gelen kazanç Harper Lee’nin Monroeville’de ablasıyla birlikte mütevazı bir yaşam sürmesine, yılda birkaç kez gittiği New York’ta aylarca kalabilmesine, bol bol bağış yapmasına yetti. Neredeyse tüm röportaj tekliflerini geri çeviren Harper Lee, yaşamı boyunca ilk romanının getirdiği şöhretin gururuna kapılmamaya çalışmış, Bülbülü Öldürmek’te de bunu yazmıştı: “Aklı olan yeteneklerinden gururlanmaz.”
2007 yılında kısmi felç geçirdikten sonra bakımevine yerleşti. Tüm işlerini ve avukatlığını ablası Alice yürütüyordu. 2014 yılının ağustos ayında ablasını kaybettikten sonra, Lee’nin avukatlığını Alice’in genç yardımcısı Tanja Carter üstlendi. Eylül ayında Carter, Harper Lee’nin romanını yazdığı daktilosu, el yazısı müsveddeleri, mektupları gibi kişisel eşyalarını sakladığı bankanın kasasını kontrol etmek için açtığında bir roman müsveddesi buldu. Önce bunu ‘Bülbülü Öldürmek’in ilk kopyası zannettiyse de daha sonra iki romanı birbiriyle karşılaştırınca bunun tamamen başka, ikinci bir kitap olduğunu fark etti. Lee’nin yayıncısını arayıp haber verdi. Aslında bu kitap Lee’nin yayımlamayı planladığı ilk kitabıydı. Kendisinin bile aklından çıkmıştı artık. Müsveddeleri arkadaşlarına okutup onların da beğenisini gördü, tam 55 yıl sonra bu kitabı yayımlamaya karar verdi. “Go Set A Watchman – Tespih Ağacının Gölgesinde” adıyla 2015 yılında yayımlanan kitap, yılın en önemli edebiyat olayı olarak gösterildi. Kitap Bülbülü Öldürmek’teki zamanın yaklaşık 20 yıl ilerisini konu alıyordu. Bu kitapta Scout artık genç kızdı. Daha ileri bir zamanda geçmesine rağmen devam kitabı değil aslında bir ilk kitaptı. Kitabın yayımlanacağı söylentisi tüm hızıyla yayılmış, BBC televizyonunda bile son dakika haberi olarak verilmişti. Kitap, dünya çapında basılmadan evvel ön sipariş alma rekoru kırdı. Satışa sunulduğu ilk hafta ise 1.1 milyon kopya satarak, yayınevinin bugüne kadar en hızlı satan kitabı ünvanını kazandı.
Söyledikleri oldukça az olsa da insanların eşitliği ve empati kurmaktaki kabiliyetiyle Lee milyonların gönlünde taht kurdu. 19 Şubat 2016’da doğduğu kent Monroeville’de arkasında gözü yaşlı hayran kitlesini bırakarak hayata veda etti.
Naifliğiyle, insana insan olduğu için değer verilmesi gerektiğinin altını defalarca çizmesiyle, yüreğimizde sıcacık bir yerde duran ‘Bülbülü Öldürmek’ten en çok alıntılanan diyolaglardan biriyle yazıma son veriyorum:
“Bir kibrit çakıp kaplumbağanın altına tutmanın iğrenç bir şey olduğunu söyledi Dill. ‘İğrenç falan değil, sırf dışarı çıkarmak için, ateşin içine atmak gibi bir şey değil’ diye gürledi Jem. ‘Kibritin ona zarar vermeyeceğini nereden biliyorsun?’ ‘Kaplumbağalar hissetmez, aptal!’ dedi Jem. ‘Hiç kaplumbağa oldun mu?’” Naif gibi görünen bu diyalog aslında bugün bile ihtiyaç duyduğumuz, toplumsal sorunların belki de şifasını içeriyor. Çünkü yine Bülbülü Öldürmek’te yazıldığı gibi: “Kendinizi bir insanın yerine koymadıkça, onun yerinde olmanın nasıl bir şey olacağını anlamaya çalışmadıkça, o insanı gerçekten tanıyamazsınız.”