Bordeaux’a gitmeden önce, zihnimde burayı nedense şarap bağlarıyla çevrili şatoların olduğu, bir nevi İtalya’nın en sevdiğim bölgelerinden Toskana’yı anımsatan bir seyahat olarak planlamıştım.
Fakat ancak uçuş başladığı an, bölgeyle ilgili farklı kaynaklardan hazırlanmış notlara bakınca buranın bir kasabadan oldukça uzak olduğunu fark ettim.
Türk Hava Yolları’nın tarifeli seferi ile her gün 12:40’ta hareket ile Bordo’ya gitmek mümkün. Uçuş süresi 3 saat 45 dakika sürüyor. Fransa saati ile 15:30’da Bordo Havalimanı’na varıyorsunuz.
Tüm seyahat önerilerimde olduğu gibi, önceden organize edeceğiniz havalimanında sizi bekleyen aracınız ile bölgeyi keşfe hızlıca başlayabilirsiniz. Biz her zaman olduğu gibi park sorunu yaşamamak için çok büyük olmayan, otomatik vitesli pratik bir araba planlamıştık. Sixt Rent A Car’dan istediğimiz özelliklere uygun olarak, şansımıza kırmızı renkli şeker paketine benzeyen bir Mini Cooper çıktı. Seyahatimiz boyunca aracımızdan çok memnun kaldık. Tabi bunda iyi bir müzik arşivinizin olması ve araç içi şarj aletlerinizin yanınızda olduğundan emin olmak çok önemli.
Normal hava koşullarında şehire yaklaşık 45 dakika içerisinde ulaşabiliyorsunuz. Ancak günü kaybetmemek için önerim, hedefi en uzak noktaya koyarak planlamak ve şehir merkezine dönene kadar pek çok önemli noktayı görmüş olmak. Biz de bu şekilde bir planlama yapıp, uçuş esnasında incelediğimiz dökümanlardan bölgeye iyice hakim olduktan sonra tercihimizi Medoc’tan yana kullandık.
Hatta tesadüfen aynı uçakta olduğunu fark ettiğim ressam arkadaşım İsmail Acar’la da programımızın üzerinden geçtik.
Kendisinin bu bölgeden yaklaşık 10 yıl önce aldığı, çok önemli bir tarihe geçmişe sahip, 40 odalı bir şatosu olduğu için sık sık bölgeyi ziyaret etme fırsatı olması sebebiyle, planladığımız programa eklediği yeni mekan ve restoran önerileriyle Bordo seyahatimizi kusursuz bir hale getirmiş olduk.
Aslında planlarımın arasında ilk Bordo seyahatimde kendisinin şatosunu da ziyaret etmek vardı ancak uzun zamandır devam eden renovasyon süreci sebebiyle hazır olmadığı için göremedik.
Bu arada bu bölgede şarap üretimine verilen değeri, şatoların tapularına eklenmesi zorunluluğu olan üzüm fidelerinden de hissetmek mümkün. Düşünün ki her bir fide o kadar değerli ki, yıllar önce devlet mutlaka bunların kayıt altına alınmasını zorunlu hale getirmiş, şarap üretimine sahip çıkmış, hep teşvik etmiş. İşte bu yüzden de Fransa şarap üretiminde dünyanın başı çeken ülkelerinden biri olmuş.
Bordeaux ve Bourgogne bölgeleri kırmızı şarapta haklı bir prestije sahip… Bunun sebebinde gelişimine destek vermek amacıyla yapılmış olabileceği hiyerarşik düzenlenmenin etkisi olabilir. Şaraplar arasındaki bu düzenleme 1855’te İmparator III.Napolyon’un sayesinde gerçekleşmiş. Büyük şarap tüccarlarını bir araya getirerek şarapları sınıflandırtmış ve bir liste yayınlatmış.
Yine önemli bir merkez olan Saint Emilion’da ise ilk resmi değerlendirme 1955’te yapılmış. Nedense sadece Garonne Nehri’nin solunda kalan Medoc ve Graves bölgelerindeki şatolar değerlendirmeye tabi tutulmuş. Nehrin sağ yakasında kalan Saint Emilion ve Pomerol için bir klasifikasyon yapılmamış.
Kırmızılardan ise dört şarap listenin en üst sıralarında yerini almış: Lafite, Latour, Haut Brion ve Margaux. Baron Philip Rotschild 1973 senesinde kendi şarabı olan Mouton Rotschild’in de altın madalyalıların arasında yer almasını sağlamış.
Mouton Rotschild halen kırmızı şaraplar arasında gerek fiyat gerekse lezzet sebebiyle aradan yıllar geçmesine rağmen en üst sıralardaki yerini korumaya devam ediyor. Bu sebeple Bordo bölgesine gelmişken Chateau Mouton Rotschild’i ziyaret edip, işte bu muhteşem hikayeyi hissettirecek büyüleyici bahçede içinize derin bir nefes çekebilirsiniz.
Şato gezisi ve tadımın ardından kısa bir mola verdikten sonra bu sefer yönünüzü tıpkı filmlerdeki gibi görkemli mimarisiyle dikkat çeken, geniş bahçenin ortasına kurulmuş Chateau Pichon Longuevllie Baron’a çevirmenizi öneriyorum. Şatonun giriş kısmına konumlandırılmış, dev havuz ise Fransa’daki pek çok şatoda olduğu gibi şarap mahzeninin tamamlayıcı unsuru olarak yer alıyor.
Şatoların birinden diğerine devam ederken kendinizi adeta bir masal kahramanı gibi hissedebilirsiniz. Öte yandan bu bölgede yer alan Michelin yıldızlı restoranlar da sizin bu duygunuza eşlik edebilir.
Akşam için önerim şehir merkezine dönmek ve Opera binasındaki performanslardan birini izleyip, Bordo’nun etrafındaki bağlarla çevrili şato gezilerinden uzaklaşıp, bu sefer şehir hayatını hissetmeniz olacak.
Opera binasındaki performanslar saat 19:30’da başlıyor ve 2 saat sürüyor. Performans akşam yemeği saatine denk geldiği için önerim öncesinde küçük bir atıştırma ile bu arayı doldurmak ve mükellef bir akşam yemeği için opera çıkışını beklemeniz. Zira yemekler keyifli, gece uzun. Michelin yıldızlı restoran deneyimini aceleye getirmemek lazım.
Şehir merkezinde irili ufaklı 41 tane Michelin listesinde yer alan restoran yer alıyor. Bunlardan Le Gabriel, İsmail Acar’ın önerisi. Açıkçası ilk akşam için aklımızdan geçen başka restoranlar vardı ama bunları hemen bir kenara koyup, Le Gabriel üzerinden ilerledik ve memnun kaldık. Bunun en büyük sebebi, lokal kesimin rağbet ettiği, Michelin yıldızlı iyi yemek servisini alabileceğiniz çizgisi net, sade bir restoran olması. Ancak servis için aynısını söylemek mümkün değil.
Belki hem haftasonu, hem de saatin geç olmasından yada bir genel yaklaşım sebebinden olabilir; bizdeki ilgi, alaka, her başınızı kaldırdığınızda bir garsonla göz göze gelme ihtimali sadece bu restoranda değil, bu bölgede zor. Halkın hiç acelesi olmadığı için restoranlar servisi buna göre yapıyor. Sistem rahat, sıranın size gelmesini sabırla beklemelisiniz.
Akşam yemeği çıkışında şehrin hala canlılığını koruduğunu göreceksiniz. Sokaklar cıvıl cıvıl… Gündüz bölgede yürüyen insan görmekte zorlanırken, akşam bu kalabalığa anlam vermekte zorlanacaksınız.
Yemekten sonra meydandan başlayarak ana caddeye paralel sokakları gezebilir, tarihi yapıları, Michelin yıldızı olan, olmayan pek çok restoranı keşfedebilirsiniz. Aydınlatmalar çok zarif, yollar pırıl pırıl, geniş caddeleri göz alıcı güzellikte…
Bordo gerçekten canlı, dinamik, tarihi geçmişinin aksine, genç nüfusun yoğunluğundan dolayı tam bir tezat oluşturacak yaşta renkli bir şehir.
Meydanda gezerken Jaume Plensa’nın heykeline birçok açıdan bakmayı unutmayın. Meydana çok yakışmış. Bir sanat eseri nasılda biranda havayı değiştirebiliyor, bunu Opera Meydanı’ndaki Plensa’ya bakarak hissetmek mümkün. Özellikle de konu bu kadar tarihi bir yapının ortasına, ancak bu kadar zarif bir şekilde yerleşecek çağdaş bir eser olunca..
Akşam yemeği sonrası şehri gezdikten sonra opera binasının tam karşısındaki InterContinental Bordeaux Le Grand Hotel’in lounge’unda canlı müzik dinleyip, rose şampayanızı yudumlayabilirsiniz.
Ertesi gün için önerim Saint Emilion bölgesini keşfetmeniz… Burası bozulmamış, özenle korunmuş bir orta çağ kasabası… Yine pırıl pırıl sokakları, Michelin’in önerdiği restoranları ve macaronlarıyla ünlü… Aracınızı park ettikten sonra şehri çan sesleri arasında gezmeye başladığınızda, kalabalığın peşinden devam ettiğinizde yol sizi kasabanın en yüksek noktasına götürecek. Buradan aşağının manzarası büyüleyici… Selfie çubuğunuz umarım yanınızdadır, çünkü nereye baksanız bir kare ile bu anı ölümsüzleştirme hissi uyandırıyor. Dikkat edin, benim gibi kendinizi yerde bulmayın J
Saint Emilion’da mola verdikten, Nadia Fermiger’e uğrayıp macaronlarınızı aldıktan sonra bu sefer yönünüz, dinlenip keyif yapmak için Jetsetter sitesinin de önerdiği bölgenin en iyi oteli olan Grand Barrail Chateau Restaurant SPA olsun. 28 odalı otel aynı zamanda özel davetler, düğün organizasyonları için de uygun nitelikte… Tarihi mimarisi ve romantik bahçesi ile adeta bir balayı oteli.
Akşam için önerim tekrar şehre dönmek ve bir kez daha kendinizi şaşırtmak olsun. Gündüz alabildiğine sessiz, kimsesiz, doğayla baş başa sokakların ardından, akşam bir o kadar tezat canlılıktaki şehire adepta olmakta zorlanabilirsiniz. Aracınızı meydandaki otoparka park ettikten sonra yemek öncesi için önerim yine kendinizi Bordo’nun caddelerine bırakmak olacak. Burada önerim Bordo’nun en ünlü çikolata mağazası Cadiot Badie’ye uğramanız olacak. Burası ile aynı sırada yer alan el yapımı özel organik parfüm mağazasında ise daha önce hiç duymadığınız özel parfümleri keşfetmeye başlayabilirsiniz.
Marche Galeri’de yer alan Chris Tea ise Bordo’nun ünlü çay dükkanı.
Akşam için önerim Michelin yıldızlı restoranlardan Le Chapon Fin. Ancak tercihiniz klasikten yana ise Antricote’dan yana kullanabilirsiniz. Elbette ince uzun bir kuyruğu ayakta bekleyecek kadar vaktiniz ve sabrınız varsa… Çünkü ortalama bekleme süresi 40 dakika. Fakat sıra yemek sonrası peynir servisine geldiğinde ne kadar doğru bir seçim yaptığınızı anlayacaksınız.
Haftasonu için planladığım Bordo gezisinde son güne geldik. Pazar günü şehrin Saint Michel bölgesinde yer alan Bazilika meydanında yüzlerce esnafın katıldığı bir pazar olduğunu göreceksiniz. Bu bölgenin etrafı onlarca cafe ile çevrili, birbirinden farklı türde antikaları bulabileceğiniz, tabloları, heykelleri izleyebileceğiniz süprizlerle dolu bir alan. Oldukça hareketli olan bu bölgede aracınızı park etme şansını yakaladıktan sonra kendinizi pazarın içerisinde esnafların standlarını seyretmeye bırakın ve Bordeaux’daki son saatlerinizin keyfini çıkartın. Şayet benim gibi her gittiğiniz şehirden kendinize o seyahatinizi anımsatması için bir küçük parça almayı tercih edenlerdenseniz burada hiç aklınıza gelmeyecek birden çok sanat eseri, antika bulup ekstra bir bavul aramak zorunda bile kalabilirsiniz.