Adını büyük ihtimal çok duymadınız ama kendisi günümüz sinemasının en iyi 10 yönetmeninden biri; bana göre ise en iyi 3 yönetmenden biri. Tipine baktığınızda çok sıradan bulacağınız James Wan, Leigh Whannell ile yaptığı her çalışma ile muhteşem bir başarı elde etti, harikalar yarattı. Klişeden tamamen uzak olan James Wan, yenilikçi ve klişe kıran senaryolarını muhteşem kamera tekniği ile birleştirince ortaya sinema tarihine altın harflerle yazılacak filmler çıkıyor. Ne dedim? Siz onu tanımıyorsunuz ama büyük ihtimal bütün filmlerini izlediniz ve büyük ihtimal de sevdiniz. Senaryo çok zor bir zanaattir. Senaryoda yenilikçi olmak, üstüne klişe kırmak, farklıyı oluşturabilmek cidden zordur. Günümüzde popüler sinemada orjinal iş yapabilen bir tek Tarantino ve Nolan kaldı. James Wan ise onları farklı bir noktadan izliyor. Keza günümüzde kamerayı su gibi kullanabilen çok az yönetmen var. Edgar Wright kamerayı kurgusal bir şekilde muhteşeme ulaştırıyor, Alejandro G. Inarritu uzun planları ile resmen şov yapıyor; James Wan da kamerayı sürekli hareketli tutarak ve su gibi akıtarak ortaya şaheserler çıkartıyor. Hem senaryoda hem de kamerada orjinal olmak zor iştir o sebeple bu adama kulak verin.
James Wan, 27 Şubat 1977 Malezya doğumlu Avustralyalı bir yönetmen. Genel itibariyle korku filmleri ile tanınır. Kariyeri de zaten korku ve gerilim sineması ile başlar, ardından farklı türlere geçiş yaparak kendini oralarda da kanıtlar. Kendisi de zaten “ben korku filmi sevmem, ben film severim” diyerek her işe el atabileceğini açık açık söylüyor. Wan, ilk defa kendini 2000 yılında duyurmayı başarır. Shannon Young ile ortak yaptıkları Stygian adlı filmleri Melbourne Film Festivalinde “En İyi Gerilla Film” ödülünü aldı. 2000 yılından sonra 3 sene ortadan kaybolan Wan ardından uzun metraj olacak ve sinema tarihine altın harflerle yazılacak bir kısa film ile geri döner: Saw, nam-ı diğer Testere. 2003 yılında Leigh Whannell’ın yazdığı kısa filmi çeken James Wan ardından bu kısa filmin tam 7 filme dönüşmesini sağlar. 2004 yılında vizyona giren Testere, onun ve Leigh Whannell eseridir. Testere, hatırlayacak olursanız Amerika’da ve birçok ülkede olay olur. Film o kadar başarılı olur ki seri 7. filme kadar gider. Yalnız James Wan bu serinin sadece ilk filmini yönetir; geri kalanının yapımcısı olur. Paragrafı bitirirken de dipnot geçeyim: Şimdilerde Testere’nin 8. filminin hazırlıklarını yapıyor. Saw: Legacy adıyla geri dönecek serinin yönetmen koltuğunda James Wan olacak mı belli değil.
2007 yılına kadar ortalarda olmayan yönetmen ardından bir efsane olan Mary Shaw hikayesi Dead Silence ile geri döner. Çığlık atarsan ölürsün temalı film başarılı bir korku filmidir keza finali ile de en iyi finaller arasında yer alabilecek türdendir. Dead Silence başarısını aynı sene Dead Sentence ile taçlandıran yönetmen bir 3 sene daha ortadan kaybolur ve geri döndüğünde sinema tarihinin -bence- en iyi korku filmlerinden birini getirir. Insidious, ilk açılışını Toronto Film Festivalinin “Gece Yarısı Çılgınlığı” köşesinde yapmış ardından Sony tarafından 7 rakamlı bir fiyata satın alınmıştı. Uyurken istemsiz bir şekilde astral seyahate çıkan bir çocuğun boş bedenine yerleşmek isteyen şeytanları ve onlarla savaşmak zorunda kalan aileyi anlatan filmin birçok konuda sinema tarihine yazılması gerekiyor. Klişe kırmayı seven James Wan, olaylara rağmen inatla evden taşınmayan aile klişesini değiştirerek buna bir son verir. Aile taşınır fakat bu sefer esasında evin lanetli olmadığı, ortada başka bir sebep olduğu anlaşılır ki filmin 30. dakkasında plot twist yapmak ayrı bir başarıdır. Gene aynı filmde şeytanları gece-gündüz ayırt etmeksizin gösteren yönetmen gündüz ışığında bile insanları yerinden hoplatmayı başarır.
Gene ve gene 3 sene ortadan kaybolan yönetmen bu sefer de -bence- sinema tarihinin en iyi korku filmi ile geri döner. Warren Dosyalarının en dikkat çeken hikayesinin anlatıldığı The Conjuring, eşek kadar adamları gün ışığı bekletecek kadar ürkütmeyi başarır. Amerika’da olay olan film, entelektüellik kasmayan her korku filmi listelerinin ilk 5’inde yer alır. The Conjuring; Warren ailesinin, 5 kızı olan bir aileye dadanan şeytanlar ile mücadelesini anlatıyor. Gerçek bir hikayeye dayanan filmin çekimlerine gerçek Warrenlar da katılır. Amityville korku filmlerinin yepyeni bir versiyonu olan The Conjuring gene klişe kırarak olayı bambaşka noktaya taşır. Keza bu filmde James Wan’ın kamera tercihleri filmi resmen izlemesi zevkli kılar. Kameranın “bir korku filminde” şov yaptığı filmde ayrıca hiçbir korku filminde olmayan bir unsur da vardır: Karakter karizması. Warren ailesi karizması ile filme resmen renk katar. Warren ailesini Patrick Wilson ve Vera Farmiga canlandırır ki hakkını sonuna kadar verirler.
2013 yılında bir de Insidious 2’yi çeken yönetmen 2013’ü tek başına korku yılı ilan etmeyi başarır. İlki kadar ikincisi de senaryosu ve çekimleri ile resmen ses getirir. Bir korku filminde ne kadar kamera konuşur ki demeyin, The Conjuring ve Insidious serisini izleyin. James Wan 2013’e kadar devam filmi çekmeyen bir yönetmendi. O da tükürdüğünü yalayıp Insidious 2 ile bunu bozdu. Fakat ikinci film işini abartmayarak The Conjuring’in spin-off’u olan Annabelle’in yönetmenliğini yeni bir isme emanet eder. Annabelle de güzel bir korku filmidir. Keza Roman Polanski vari bir apartman korkusudur. James Wan’ı o zamana kadar takip eden birisiyseniz, filmi onun çekmediğini çekimlerden apaçık anlarsınız.
Korku sinemasından ilk çıkışını 2015’te yapan James Wan hepinizin büyük ihtimal izlediği ve Paul Walker’ın ölmesi sebebiyle efsaneleşen Furious 7’ı çeker. Filmlerin çekimlerine dikkat ediyorsanız, diğer filmler ile arasındaki farkı ve dövüş sahnelerindeki kamera kullanımını farketmemiş olmanız imkansız. James Wan, resmen kamerayı dans ettiriyor. Furious 7 gibi aşırı abartılı bir filmin başında yer almasını saymazsak filmi çok iyi kotardığını söylemek gerek. Furious 7 ile ufak bir farklılık yapan James Wan aynı sene Demonic adlı polisiye korku filminin yapımcılığını yapar ki film epey ilginç ve farklı bir çalışmadır.
James Wan, yaptığı işleri farklı kılan biri. Özellikle kamera kullanımı ile korku filmlerini bile artistik hale getirebiliyor. Insidious ve The Conjuring’de akan kamerası filmleri resmen farklı kılıyor. En önemli özelliklerinden biri evin içinde odadan odaya hareket eden kamerasıdır. Kamera salondan sağa doğru kayarak bir anda mutfağa girebiliyor. Keza kırdığı klişeler ve orjinal senaryoları ile de günümüzün çalışkan isimlerinden biri. Bunla beraber James Wan, sinemanın yasaklı hareketlerinden biri olan zoom’u da çok kullanır. Antonioni sonrası zoom işini en iyi yapabilen 2 kişiden biri James Wan; diğeri de It Follows’un yönetmeni David Robert Mitchell’dır. Wan’ın filmlerinde mizah her zaman tadımlık da olsa yer alır. En korkunç filmlerde bile ufak tefek espriler sokarak filmi renkli kılmayı başarır. Sinematografik açıdan bakarsak da: Insidious serisi sinematografik olarak en iyi işi olsa gerek. Renkler, atmosfer ve oyunculuk tam anlamıyla harikadır.
Şu aralar James Wan çok büyük işler peşinde. Yukarıda bahsettiğim gibi Testere’nin yeni filmi ile uğraşan Wan’ın listesinde çok ilginç filmler var. Neden yaptığını bir türlü anlamadığım The Conjuring 2 bu sene vizyona girecek. İnsan korkuyor tabii ilk filmin muhteşemliğine bir şey olacak mı diye fakat Insidious serisinde her defasında üstüne koyduğunu gördük. Ayriyetten DC ile anlaşan yönetmen Jason Momoa’nın başrolünde olacağı Aquaman’in de yönetmenliği yapacak. Suicide Squad sonrası yapılmış en iyi DC filmi olması muhtemel. Yaptığı filmler ve yapımcılığını yaptığı filmlerle adını duyuran yönetmen yepyeni bir Mortal Kombat filminin yapımcılığına üstlendi. Keza onlarca ödülü olan Lights Out adlı kısa filmin uzun metrajının da yapımcılığını yapacak. Hem çekiyor hem de en güzelinden çektiriyor. Hem de daha 38 yaşında. James Wan, daha 38 yaşında korku sineması tarihine adını altın harflerle yazdırdı bence. Yaptığı ve yaptırdığı filmler ile harika bir şekilde ilerliyor. Daha 38 yaşında olduğunu düşünürsek, kendini geliştirmesi ihtimalini de katarsa James Wan ileride tarihin en iyi yönetmenleri arasında yer alacaktır.