Yapım Yılı : 2015 Tür : Drama, Komedi
Moneyball, The Blind Side gibi beyaz perdeye uyarlanan kitapların yazarı Michael Lewis’in The Big Short: Inside the Doomsday Machine adlı kitabından uyarlanan The Big Short, konu olarak birçok kişinin dikkatini çekmemiş olsa bile filmi izledikten sonra akılda kalıcı bir izlenim bırakıyor. Oscar’da En İyi Film, En İyi Uyarlama Senaryo, En İyi Yönetmen, En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu ve En İyi Kurgu dallarında olmak üzere toplam 5 ayrı kategoride yer alarak senenin en iddialı yapımları arasına girmeye hak kazanıyor. Bünyesinde barındırdığı güçlü oyuncu kadrosuyla ise gönüllerde taht kurmayı da hedefliyor. Çünkü filmde; herkesten nefret dahi etseniz illa ki bir karakter ile kendinizi özdeşleştirmek isteyeceğinize eminim.
2000’li yıllardan itibaren yavaş yavaş ortaya çıkmaya başlayan 2008 Küresel Ekonomik Krizi’ni önceden fark eden 4 karakter hikaye boyunca savundukları görüşlere hizmet ediyor. Tabii ki bu karakterlerin yanında yardımcı karakterler de mevcut. Film süresince bu 4 karakterimiz asla yan yana gelmiyor. Hikayeler sürekli paralel işleniyor. Ki böylesinin -kurgu açısından da- konuya gerçekçi bir dille hitap ettiğini düşünüyorum.
”CDO” olarak adlandırılan kredilerin bir zamandan sonra değerleneceğini öngören karakterlerimiz, ekonominin çökeceğinin sinyallerine derin araştırmalar sonucunda ulaşıyorlar. Buradaki asıl mesele tüm farkındalığın çözmekle alakasının olmadığı; bu ihtimalin olabileceğinin kabullenmekle alakalı olduğunu haykırıyor.
Filmde yer alan ana karakterlerimizin çoğu psikolojik rahatsızlıklara sahip. Mark Baum (Steve Carell) agresif bir karakteri canlandırıyor. Agresifliğinin temelinde yatan sebepleri de görebiliyorsunuz. Ani ani yaşadığı gelgitleri ile sürekli hareket halinde olan birini hakkını vererek canlandıran Carell, cesur davranışlarıyla da -ki çoğu davranışının gerçek karakterden esinlenildiğini hatırlatalım- diyaloglarını kovaladığımız oyunculardan biri olmayı başarıyor. Filmde doğruluğa en fazla önem veren isim yine kendisi. Bunun muhasebelerini de sıkça yapıyor. Jared Vennett (Ryan Gosling) işçilerine garip bir şekilde kötü davranan klasik patron anlayışının dahi daha dominantını canlandıran bir karakter ile karşımıza çıkıyor. Mark Baum’u kriz hakkında haberdar eden kişi Vennett. Aynı zamanda filmin anlatıcısı da o. Özgün bir kişi yaratarak aslını şaşırtmadığına emin olabilirsiniz. Michael Burry (Christian Bale) tek gözü olmayan -bence filmdeki en zeki karakter- ve gelecek olan krizi düzenli çalışmasıyla önceden fark eden; müzik tutkunu birisi. Filmde kısada olsa hayatı hakkında birkaç fikir edinebildiğimiz kısımlar mevcut. Jamie Shipley (Finn Wittroc) ile Charlie Geller (John Magaro) durumdan önceden haberdar olan son karakterler. Yardım almaları gerekiyor ve o kişi tabii ki Ben Rickert (Brad Pitt). Emekli olduktan sonra Çanakkale’ye yerleşmeyi hayal eden yaşlı amcalarımız gibi huzuru ve sakinliği yegane amacı olan, bankacılıktan nefret eden Rickert; Jamie ve Charlie ikilisine gücü yettiği kadar yardımcı oluyor.
”Wall Street karışıklığının temel sebebi işleri sadece kendileri yapabilmeleri için sadece kendilerinin anlayabildiği karışık terimler kullanmalarıdır.”
Filmin teması ekonominin içinde yer aldığı için konu ile alakasız birçok insanın ”bu ne yaa, hiçbir şey anlamadık” demelerini normal buluyorum. Fakat yönetmen de bunu önceden fark etmiş olacak ki filmde geçen ekonomik terimlerin, bazı ünlüler tarafından kesitler halinde açıklanmasıyla yenilikçi bir yolla mesaj vermeyi hedefliyor. Mesela Margot Robbie, kesitlerden ilkinde Eşik-Altı Mortgage’ı köpük banyosunda şampanya içerken herkesin anlayabileceği bir dilde açıklıyor. Ünlüler kervanına ünlü şeflerden tutun da Selena Gomez’e kadar isimler katılıyor. Ayrıca bazı diyaloglardan sonra popüler kültüre ait düşünebileceğiniz çoğu detay resim halinde art arda sıralanıyor.
Amerikan ekonomisinin tüm pisliğini cesur bir dille izleyiciye aktarmayı hedeflemiş olan McKay, hedeflediği çizgide sürekli düz bir şekilde ilerliyor. Hatta filmin sonunda Amerikan ekonomisinden nefret ediyorsunuz. Ciddi bir amaç güden ve hala günümüzde de buna benzer izleri görebileceğimiz -göreceğimiz- bir konuyu beyazperdede izlediğimiz için McKay ve Lewis’e sonsuz teşekkürler. Filmin mottosu birçoğumuzun gözlerini kapatmayı tercih ettiği fakat düpedüz ortada var olan bir gerçeğe dayanıyor. Özellikle filmin sonunda çıkacak olan yazılara dikkat etmenizi tavsiye ediyorum. Orada yazanlar ise olayın diğer içyüzü. Tüm bu krize ve asıl kaosa sebep olanların direkt bir belgeselde yer aldıkları Inside Job’ı filmden sonra izleyerek konu hakkında daha da bilgi sahibi olabilirsiniz.
”Devletin onları kurtaracaklarını biliyorlardı ve hiç umursamadılar.”
Kurgu konusunda Oscar’da kategorisinde en güçlü olduğunu düşündüğüm The Big Short’un en azından bu dalda ödül almasını temenni ediyorum. Kendine has kurgusuyla hikayenin paralel gitmesi filme bir ayrıcalık katıyor. Bu hem filmden kopmanıza engel oluyor, hem de geniş bir konuyu hızlıca anlatmalarında fayda sağlıyor.
Adam McKay’in seçtiği kadrajlar, yakın planlar ve yine hikayeye hizmet eden sahneleriyle filmi izlemek için ayrı bir sebep yaratmamış dersek yalan olur. Tepki ölçmeye dayanarak kullandığı yakın planların tadından yenmiyor. Fakat teknik anlamda izlerken rahatsız olduğum tek konu var ki sabit planlarda sürekli yaptığı yakınlaştırmalar (zoom’lar). Filmi yenilikler üzerine kurmak istediği ortada ama ne yazık ki yakınlaştırma işlemlerinin hiçbiri göze hitap etmiyordu. Tepkileri zaten yeterince anlaşılabilir planlarla örtüşüyordu.
Uzun lafın kısası Ekonomi hakkında da bilgi edinebileceğiniz ve özellikle Amerika’ya saydırmaktan çekinmeyeceğiniz The Big Short; kesinlikle izlemeniz gereken filmler arasında yer alıyor. İzlemeden önce ufak bir araştırma yapmanızı tavsiye ederim.