Şair kadınlar nar taneleri gibidir. Onların şiirlerine dokunmak parmak ucunda o taneyi sıkıştırmaya benzer. Ve tane kendini patlatır. Parmak ucunuzda kanar. Kanayan bir tını İran’dan gelip, kondu. Füruğ Ferruhzad, bir itirafın şairi. Bir pencerenin itirafı.
“ Bir pencere, bakmaya
Bir pencere, duymaya
Bir pencere, yeryüzünün yüreğine ulaşan tıpkı bir kuyu gibi
Tekrarlanan mavi şefkatin enginlerine açılan.
Yalnızlığın küçücük ellerini
Cömert yıldızların verdiği gece bahşişi kokularıyla
Dolduran bir pencere
Belki de konuk etmek için güneşi şamdan çiçeklerinin gurbetine
Bir pencere, yeter bana”
Fars şiiri Füruğ Ferruhzad adı ile 20.y.y.’da tanıştı. 5 Ocak 1935 günü dünyaya gelen bu hanımefendi nüfusa Tahran’a doğdu kayıtlı olarak geçti. Çok genç yaşta anne oldu. Fakat yavrusuna doyması ömrüne yetmedi. Eşinden ayrılınca oğlunu hiç göremedi. Tüm yetmeyen zamanlara ithafen:
“Hangi yaşta ölürsek ölelim, tamamlanmamış cümlelerimiz olacak.”
Diye haykırdı. Küflü ekmekleri andıran kelimeleriyle. Fakat bazen kelimeler ‘ben de varım dünya’ demesine yetmedi. Sinema, tiyatro birçok alanda yer aldı. Anlatacak şeyleri avuçlarında birikmişti. Tüm seven kadınlar hislerini avuç içlerinde saklarlar. Çünkü alıp koklamaya da göğsüne yakın tutmaya da en yakın yer avuç içleridir. Füruğ Ferruhzad, avcundan dökülenleri sundu. Dökülenlere bakınca gözümüze ilk çarpan düşleri oldu. Onları şöyle anlattı:
“Düşler… Ne kadar saflarsa o yükseklikten düşer ölürler.
Şimdi dört yapraklı yoncayı kokluyorum ben.
Eski düşüncelerimin gömütünde boy atmış yonca.
Ve soruyorum.
Saflığın ve bekleyişin kefeninde toprak alan o kadın gençliğim ben miyim?”
İran’ın nadide değeri, bu koca, çirkin ve şişko dünyadan geçti. Uzun ve yavaş bir yaz gününün bitişi gibi veda etti. İran’da böyle cesur bir kadın olmanın bedelini yasaklarla ödedi. Elbet sızısı birçok edebiyatsevere (gerçi edebiyat sevmekte biraz delilik) ulaştı. En çokta hemcinslerine…
“Hayat bu işte…
Ya gelip geçici ve sıradan şeylerle mutlu olacaksın, çocuk sahibi olmak gibi…
Veya uzun soluklu ve ‘makul’ kabul edilemeyecek şeylerle.
ŞİİR, sinema, kısaca sanat gibi..”
O gittikten sonrada dünya değişmedi. Herkes yine büyük gökdelenlere bakıp büyüttü gözlerini. Kimse inanmadı göğün mavisine. Çünkü sanki gök bu rengi her gün insana vermek zorundaymışçasına. Ama şiir bu ya hep umut. Füruğ Ferruhzad, umudu da,
“Anladım birden yolum yok yolum yok.
Çılgınca sevmekten başka.”
Oldu. Çok isteği oldu. Mesela ölüp dirilmek gibi çılgınca. Çünkü bir hayat en güzel kaybedilince yaşanırdı. Ve yaşamak nefes alınca çapmayan duvarları olunca özgürdü.
“…Ölüp yeniden dirilmeyi istedim.
İnsanların bu kadar zalim olmadığını, adiliklerini unuttuklarını ve kimsenin evinin etrafına duvar örmediğini görmek isterdim…
Duvarlara ve sınırlara teslim olmak tabiata aykırıdır…”
Ve bir gün bu sızılı şair hanımı anmak gelirse aklınıza şu dizeler düşüversin avcunuza sevgili okur.
“Ben ağaçların soyundanım.
Ve bu ‘bayat’ havayı solumak kederlendiriyor beni.
Ölen bir kuş, uçuşu unutmamayı öğütledi bana.”