“Sait Faik, Burgaz çalılıklarından çekti bir kızılcık dalı kopardı, kalem gibi yonttu, ucunu yaşama batırdı ve yazmaya koyuldu.”*
Semaver, Türkiye edebiyatının usta hikâyecisi Sait Faik Abasıyanık’ın 1936 yılında otuz yaşındayken yayımladığı ilk kitabıdır. Babasından aldığı maddi destekle kitabı yayımlayabilmiştir. İlk eseri olması münasebetiyle üslup olarak daha sonraki eserlerinden birtakım farklılıklar gösterse bile, hayatın içinden kesitlere dokunması, anlatımındaki canlılığı ve coşkulu dili gelecek için çok olumlu işaretler taşıyordu.
Nazım Hikmet, 1936 yılında Akşam Gazetesi’nde yazdığı ‘Bir Tavsiye’ başlıklı yazısında Sait Faik’in Semaver’ine değinerek, kitabı büyük bir hevesle okumaya başladığını, ilk satırlardan sonra gelecek günlerin Sabahattin Ali’si, Kemal Tahir’i olacağına inanmaya başladığını belirtmiştir. Fakat; hikâyenin devamında hayal kırıklığına uğradığını itiraf etmiş, bunun sebebinin hikâyenin geri kalan kısmının adeta Amerikalı bir yazardan adapte edilmiş izlenimi edinmesi olduğunu öne sürmüştür. Sait Faik, daha sonra Nazım Hikmet’in bu tenkitinden fayda gördüğünü ifade etmiştir.
Türk hikâyeciliği Sait Faik’e kadar, Ömer Seyfettin ile doğan, Memduh Şevket ve Refik Halit gibi ustaların sürdürdüğü bir türdü. Akabinde Sabahattin Ali memleket hikâyeciliğine yeni bir görüş katmış ve 1940’lara kadar bu alanın önde gelen ismi olmuştu. Sait Faik ise öncülerinden bambaşka bir şey yaptı. Türk hikâyeciliğine yeni bir tarz getirerek, bir konuyu işlemekten ziyade, yaşamın bir kesitine pencere açmayı yeğledi. Anlatımı o kadar canlı idi ki, sanki sizi elinizden tutup Burgaz Ada’nın sokaklarında gezdiriyordu. Bir balıkçı kahvesindeki tartışmalara şahit tutuyordu, bir boyacı sandığını resmediyordu yahut plajda bir çocuğun peşinden koşturuyordu. Sait Faik’in anlatımıyla, bize sıradan görünen insanların hikâyelerine ortak olduk, onların hayatlarını ilgiyle izledik. İnsan ve doğa sevgisinin zevkine eriştik. Nitekim Oktay Akbal, Sait Faik’le olan bir anısını anlatırken bu durumu şöyle resmediyor:
“Bir bahar günü Sait Faik ve Orhan Veli ile birlikte yaptığımız bir Boğaz gezintisini anımsıyorum. Üsküdar’dan Beykoz’a kadar her iskelede Sait beni sınava çekmişti:
‘Şu iskeleyi anlatmak gerekse neresinden başlarsın?’
Anadoluhisarı İskelesi’nin yanında küçük bir kahve vardır. ‘Haydi’ dedi ‘mademki hikâyecisin, şu kahvede ilk gözüne çarpan nedir, söyle bakalım?’ Baktım üç dört kişi oturmuş, kâğıt oynuyor, kahve içiyor, duvarda birtakım basma resimler…İran şahının, Atatürk’le resmi falan. ‘Bu resimleri belirtirim’ dedim. Kızdı birden, ‘Ulan!’ dedi, ‘o kenarda tek başına oturan ihtiyar sakallı var ya… İşte asıl hikâye o be!’”
Sait Faik klasik hikâyecilerden farklı olarak yalnız insanı anlatmakla kalmıyor, daha çok şairlerin anlatımlarında kullandığı canlı, cansız, doğaüstü ne varsa bir şair edasıyla ustalıkla kullanmasını biliyordu. Bir köpeği, kuşu ya da balığı yine bir köşesinden insana dokunarak şahsiyetleştiriyor, hissin, sevginin ve doğanın en kurak alanlarını anlatımıyla renklendirerek bizlere sunuyordu.
‘Semaver’ büyük ustanın Nisan 1936 yılında Remzi Kitabevi tarafından yayımlanan ilk kitabıdır. Bu eser daha sonra sırasıyla Varlık Yayınları, Bilgi Yayınevi, Yapı Kredi Yayınları ve son olarak da Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları tarafından yayımlanmıştır.
Kitap genel olarak Sait Faik’in üç ayrı döneminde kaleme aldığı öyküleri içerdiği söylenebilir. Sait Faik, ilk yazdığı öykü olan ‘İpekli Mendil’i de bu kitabına almıştır.
Sait Faik, 18 Kasım 1906’da Adapazarı’nda dünyaya geldi. 1922’de İstiklâl Harbi’nin sona ermesiyle birlikte ailesi ile İstanbul’a taşındı. Taşındıkları bu tarihe kadar çocukluğunun ve ilk gençlik yıllarının 16 senesi Adapazarı’nda geçti. Fakat; bizler için bu dönem pek belirgin değildir. Yine de ilk hikâyelerinde çocukluğunun izlerini görmekteyiz. Nitekim Semaver kitabındaki; İpekli Mendil, Babamın İkinci Evi, Kıskançlık, Bohça, Orman ve Ev, Düğün Gecesi bu dönemi anlatan ya da bu dönemde tasarlanmış hikâyelerdir, çoğunlukla Adapazarı ve çevresinde geçer.
Kitabın ikinci bölümünde ise daha çok İstanbul’da geçen ve Sait Faik’in bu şehirdeki yaşadıklarından yola çıkarak yazdığı öyküler yer alır. Bir Kıyının Dört Hikâyesi, Stelyanos Hrisopulos Gemisi, Şehri Unutan Adam ve Üçüncü Mevki hikâyeleri bu dönemdeki etkilenmelerden yola çıkarak kaleme alınmıştır. Daha çok geçim kavgası veren insanları anlatmıştır. Kitaba ismini veren Semaver öyküsünü ise yazarın İstanbul’dan sonra gittiği Grenoble’da geçirdiği günlerde gözlemlediği olayları ele alarak yazmasına rağmen, bu hikâyesi de ikinci bölüm öyküleri arasında sayılabilir.
Üçüncü ve son bölüm ise yazarın Fransa’daki deneyim ve gözlemlerinden yola çıkarak yazdığı hikâyeleri içermektedir. Bu hikâyeler Sevmek Korkusu, Louvre’dan Çaldığım Heykel, Robenson, İhtiyar Talebe ve Bir Vapur’dur.
Semaver adlı öyküsünde Sait Faik, Haliç’te bir fabrikada çalışmaya başlayan ve annesiyle mutlu bir hayat süren Ali’nin hikâyesini anlatmaktadır. Hikâye annesinin Ali’yi sabah ezanından sonra işe gitmesi için uyandırmasıyla başlar. Ali semaveri, içinde ne ıstırap, ne grev, ne de kaza olan bir fabrikaya benzetir. Ali’ye göre; ondan yalnız koku, buhar ve sabahın saadeti elde edilebilir. Bu anlamda semaver; evin huzuru, annesiyle mutlu mesut süregelen hayatı ile özdeşleştirilmiştir. Ana oğulun birbirinden başka dayanakları yoktur.
“Ali’nin annesine ölüm, bir misafir, bir başörtülü, namazında niyazında bir komşu hanım gibi geldi.”
“Ölüm munis, anasına girdiği gibi onun bütün hassasiyetini, şefkatini, yumuşaklığını almıştı. Yalnız biraz soğuktu. Ölüm bildiğimiz kadar korkunç bir şey değildi. Yalnız biraz soğuktu o kadar…”
Ali böylelikle ölümle tanışıyor, bir anlamda annesinin sıcaklığını veren pirinç semaveri kulplarından tutarak gözünün görmeyeceği bir yere kaldırıyor. Sonra bir sandalyeye çöküp, sessiz bir yağmur gibi ağlıyor ve o evde o semaver bir daha kaynamıyor.
Kitabın ilk öyküsünde ölümü bu şekilde tüm soğukluğu ve çıplaklığıyla okuyucunun yüzüne vuruyor Sait Faik. Bizi Ali’yle hemhâl ediyor.
Kitaptaki İpekli Mendil isimli öykü ise yazarın ilk öyküsü olmakla dikkati çekiyor. Bu öyküsünü Sait Faik, arkadaşının yerine akşamın bir vakti için mendil fabrikasında kapıcılık yapan karakterin ağzından bizlere aktarıyor. Fabrikadan sesler duyması üzerine içeri giren karakter, burada bir çocuğun sevgilisi için ipekli mendil çalma çabasına giriştiğini fark eder. Aslında göz yummak istemektedir ama kapıcı arkadaşı gelip bu çocuk hırsızı yakalar. Biraz sopa çektikten sonra patrona ya da polise haber vermeden salıverirler çocuğu. Başka bir gece yine ipekli mendil çalmaya çalışan genç çocuk, tırmandığı ağaçtan düşünce;gürültüyle birlikte başına kapıcıyla beraber birkaç kişi üşüşür. Anlatıcı çocuğun başına vardığında son nefesini vermek üzeredir.
“Ölmek üzereydi. Sımsıkı kapalı yumruğunu kapıcı açtı. Bu avucun içinden bir ipekli mendil su gibi fışkırdı.
Ya… İyi, halis ipekli mendiller hep böyledir. Avucunun içinde istediğin kadar sıkar, buruşturursun; sonra avuç açıldı mı, insanın elinden su gibi fışkırır.”
İpekli Mendil hikâyesinin öyküsünü Sait Faik şöyle anlatır:
“Bursa Lisesi’nde onuncu sınıftaydım, Edebiyat hocamız bir vazife yazmamızı istedi. Ben ‘İpekli Mendil’ isimli bir hikâye yazıp verdim. Ertesi ders hoca bu hikâyeyi tüm sınıfa okuttu. Neden okutuyordu bir türlü anlamamıştım. Meğerse hikâyeyi çok beğenmiş, sonra beni yanına çağırıp; eğer böyle yazmakta devam edersen iyi hikâye yazabileceksin sen, demişti. İşte ilk bu şekilde yazmaya başladım. Hocam bana daima cesaret veriyordu.”
Yazdıkları yalnızca yazıldığı döneme değil, günümüze ve geleceğe de ışık tutan, her daim canlılığını koruyan, gençlikte, orta ve ileri yaşlarda tekrar tekrar okunup farklı hazlar alınabilecek, asla değerini yitirmeyecek bir yazar Sait Faik. Semaver, diğer bütün eserleri gibi mutlaka okunması gereken, zaman içerisinde tekrar farklı lezzetler alınmak için tekrar dönülesi kitaplarından… Bizlere de okumak ve onu yaşatmak düşüyor.
*Haldun Taner, Ölürse Ten Ölür Canlar Ölesi Değil, 1983.