13 Mart 1910’da dünyaya gelen Kemal Tahir’in gerçek adı İsmail Kemalettin Demir’dir. Yazın hayatına 1932’den itibaren başlar, o dönemde farklı gazetelerde çeşitli görevler alır. Daha sonra Kenan Şahabettin, İdris Ahmet, Ziya İlhan, Yakup Kadri, Nuri Tahir, Ertuğrul Şevket, Fakih Özden ve Arif Nihat Asya gibi önemli isimlerle dergi çıkarır (Geçit – 1933). Nazım Hikmet gibi sosyalist aydınlarla arkadaşlıklar kurması onu sosyalist görüşlerle tanıştırır. 1936’dan itibaren artık kitapları basılmaya başlar. İlk kitabı 1936’da yazdığı Namık Kemal İçin Diyorlar Ki adlı kitapçığı olur. Ancak kısa bir süre sonra askeri isyana tahrik ve teşvik suçu ile hapse girer. 12 yıl boyunca farklı hapishanelerde yaşar ve 1950’de aftan yararlanarak serbest kalır. Kemal Tahir’in romancılığı serbest kaldıktan sonra gündeme gelir. 21 kadar roman yazar. Senaryo, edebi araştırma ve incelemeler, anı, mektup gibi türlerde de eser verir. 21 Nisan 1973 yılında da hayatı sona erer. Ancak Kemal Tahir’in hayatını bu birkaç cümlede anlatmak mümkün değildir; hayatı hakkında daha fazla bilgi sahibi olmak isteyenler için öneride bulunabilirim: Sezai Coşkun – Esir Şehrin Hür İnsanı Kemal Tahir.
Roman Üzerine Fikirleri
Kemal Tahir için roman, araştırmalarının sonucunda edindiği bilgileri insanlara duyurmak için bir araçtır. Araştırmalarını ise Marksçı bir yöntem ile Türk tarihi ve toplum yapısı üzerine yapmış ve çıkış noktası olarak Osmanlı ve Doğu toplumlarının tarih içindeki gelişimlerinin, Batı toplumlarının klasik gelişimlerinden farklı olduğu olgusunu almıştır. Anlatmak istediği basitçe, bizim tarihimiz ve gelişim sürecimiz ile Batının tarihi ve gelişim süreci farklı olduğu için Batı tarzı roman anlayışından farklı bir anlayış ile yazmak ve Türk roman tarzını oluşturmak gerektiğidir. Batı toplumu kölelik, feodalite, kapitalizm gibi evrelerden geçmiş, toplum yapısı sınıflara ayrılmıştır. Osmanlı ise sınıfsız bir toplum yapısı örneğine sahiptir. Bu fikirden yola çıkarak Türk toplum yapısının Batıdakine benzemediği, bu nedenle de Türk romanının Batı tarzı bir romandan farklı olması gerektiğini ifade etmiştir.
Buraya kadar her şey güzel olsa da Kemal Tahir Batılılaşmanın her türlüsüne karşıdır. Berna Moran, Kemal Tahir’in bu görüşü için şöyle bir yorum yapar:
“Gösterdiği tepkinin Çağdaş Batı Uygarlığına düşmanlık haline dönüşmesi, Osmanlılığın idealize edilmesiyle el ele gider.”
Kemal Tahir’in romancılığı bu temeller üzerinde kurulmuş ve fikirleri, onun birçok tartışmaya konu olmasına neden olmuştur. Görüşlerine katılan insanlar romanlarını severken katılmayanlar da romanlarını da sevmemişlerdir.
Kemal Tahir’in Romanları
Kemal Tahir Anadolu insanını en yakından tanıma imkânı bulmuş yazarlardan biridir. Özellikle 1938 – 1950 yılları arasında kaldığı çeşitli hapishanelerde hem Anadolu’yu hem Anadolu insanını daha yakından öğrenmiştir. Romanlarına genel olarak göz atılırsa büyük kısmında hayatından izler görmek mümkündür. Bu da romanlarının gerçekliğini ön plana çıkarır. Öğrendiklerini romanlarında doğrudan anlatmayı tercih eder Kemal Tahir, çünkü en gerçekçi yazarlar yazdıklarını yaşamış olanlardır aslında. Ancak Kemal Tahir gerçekliği kullanırken farklı bir amaca hizmet eder. Anadolu insanın sıkıntılarını, sorunlarını, şehirden farklılığını anlatırken aslında toplumun tarihsel gelişim içindeki değişimi tasvir etmeye çalışır. Bu onu memleket edebiyatı yazarlarından ayıran bir özelliktir, çünkü onlar bu tasvirleri yalnız insanların yaşadığı sorunları gün yüzüne çıkarmak ve bir çözüm bulmak kaygısıyla yapmıştır.
Kemal Tahir, roman anlayışının toplumun tarihsel gelişimi içinde drama çatmış tek insana dayandığını söyler. Ancak bir süre sonra bu fikrini “İnsanın dramı kişiseldir, ancak kişiliğinden değil toplumsallığından gelir,” diyerek eserlerindeki bireysel dramdan toplumsal drama doğru bir geçiş yapmaya başlar. Romanda verilen dram meselesi de Kemal Tahir’in toplum yapısına ilişkin görüşleri ile ilgilidir. Ona göre, Batı romanındaki dram sınıf çatışmasından, insanların yalnızlığından doğar, bu nedenle bizim dramımıza uygun değildir.“Belki Batının kişi dramına karşılık ben toplum dramını işlersem kendi romanımı vereceğim,” diyerek bu düşüncelerini destekler.
Onun düşüncesine göre, 1950’den önce yazılmış romanlar yalnızca Türkçe yazılmışlardır, Türk romanı değildirler. Hatta biraz daha ileri gider ve o dönem yazarlarının romanlarında Türk isimli yabancı karakterlerin yer aldığını iddia eder. Ancak bu görüşü batılılaşmaya tümden karşı olması ile ilgili olmalıdır. Aksi takdirde Araba Sevdası’nın Bihruz Bey’i, Kiralık Konak’ın Naim Efendi’si gibi nice karakterleri yok saymamız gerekirdi.
Kemal Tahir’e Göre Romancının Görevi
Buraya kadar bahsettiklerimizi göz önünde bulundurursak Kemal Tahir’in romancıya nasıl bir görev verdiğini tahmin etmek artık zor değil. Başta ifade ettiğim gibi, roman onun için araştırmalarının sonucunda edindiği bilgileri insanlarla paylaşmak için hep bir araç olmuştur. Diğer romancılardan da bunu ister, ancak bir roman yazarının görevi bu kadar değildir. Yine Batı romancıları ile bir kıyaslamaya giderek Batı’da romancının birçok tarihsel, ekonomik, sosyal konulara değinme gereği duymayacağı, buna ihtiyaç olmadığını söyler. Ancak bizim gibi tarihi, ekonomisi, sosyal hayatı pek az önemsenmiş “hatta tersine, gerçekleri altüst edilmiş, gözden saklanmak istenmiş toplumlarda” bu işin de romancıya düştüğünü ifade eder.
Türk romancısı Batı romancısı gibi yalnız roman yazamaz. Romancılığın yanında ekonomist, sosyolog, tarihçi ve hatta belki zaman zaman psikolog olmak zorundadır. Bu romancıyı gerçek bir romancı olmaktan alıkoysa bile durum değişmez. Bilgi vermek için estetikten feragat etmek, Türk romancısının bir nevi görevi sayılır.
Kemal Tahir için bir romancı ile bir bilim adamı arasındaki fark, romancının sezgisel bir yaklaşım sergileyebiliyor olmasından kaynaklanır. Bilim adamı yalnızca aklını kullanır, gözlem yapar, sonuca varır. Romancı ise gördüklerini kendi üslubunun süzgecinden geçirir, aklını ve sezgilerini aynı anda kullanır. Romancı, bir başka deyişle toplumu incelerken sezgilerini de kullanan bir sosyologdur.
Zamanın şartları içinde değerlendirince, bir nebze aşırıya kaçtığını düşünsem de Kemal Tahir haklıydı diyebilirim. Ancak yine zamanın şartları içinde değerlendirerek düşünmek gerekirse, yine kısmen haklı olsa da bugünün romancısı için aynı görevleri tanımlamak belki de romancıya fazladan iş yükü çıkarmak olabilir diye düşünmekteyim.