Atıf Yılmaz

Renkli Bir Yönetmen: Atıf Yılmaz’ın İlk Dönemi

“Dünya sanatı üzerine, kendine özgün kültür birikimimizle bir taş da biz ilave edemiyorsak, ‘sinema evrensel bir sanattır, evrensel sanat yapıyoruz’ sözlerinin bana, fazla geçerliği olmayan, boş laflar gibi geldiğini burada söylemeliyim.”

Tam adıyla Atıf Yılmaz Batıbeki, Türkiye Sineması’nda Tiyatrocular Dönemi’nin ardından 1950’lerde başlayan Sinemacılar Dönemi’nden itibaren en önemli yönetmenler arasında görülmektedir. Yüzü aşkın filme imza atan yönetmenin yerel sinemanın unutulmayacak bir klasiği olan Selvi Boylum Al Yazmalım’ı ne zaman nerede görürsek görelim aynı hisleri çağrıştıracağı kesin. Gerçek sevginin emeğin yolundan geçtiğini söylediği bu film temelinde evrensel bir anlatıya sahiptir. Atıf Yılmaz’ın yerel olduğu düşünülen bazı anlatılarının kökeninde herkese seslenebildiği bir söylem yatar. Ancak onu benim için ilginç ve değerli kılan asıl noktası ise 1980 sonrasında yatıyor. Türkiye Sineması’nda kadın temsilinin değişimine öncü olması diğer yönetmenler arasından sıyrılmasına sebep oluyor. Bunların yanı sıra birçok türde film çekmiş olması kendisini renkli bir yönetmen olarak lanse ediyor. Zeki Ökten, Yılmaz Güney, Şerif Gören, Ali Özgentürk ve Halit Refiğ gibi usta yönetmenleri de bizzat yetiştirmiştir.

İstanbul Üniversitesi’nde gördüğü hukuk öğrenimini yarıda bırakarak Güzel Sanatlar Akademisi Resim Bölümü’nden mezun olur. Resim eğitimi almış olması ise biçimcilik üzerine yoğunlaştığı dönemde karşısına çıkacaktır. Yılmaz’ın sinemaya giriş serüveni Metin Erksan’ı andırır. Onunla benzer zamanlarda Beş Sanat Dergisi’nde sinema üzerine yazılar ve senaryo yazmaya başlar. Bir süre film eleştirmeni, ressam ve senarist olarak yaşamını sürdürür. Ayrıca Nuri Abaç ile birlikte kısa bir dönem film afişleri tasarlar.

1960 ve 1970 yılları arasında epey farklı türde ve biçimde filmler ortaya koyar ancak asıl kendini gerçekleştirdiğine inanıldığı yıllar 1980’lere tekabül eder. Kerime Nadir’in “Azrak” romanından uyarladığı Hıçkırık ile kitap uyarlaması filmler furyasını başlatır. İçerik olarak zayıf olan piyasa romanlarının çoğu birbirini andıran hikayelerdir. Atıf Yılmaz’ın bu dönemi bir nevi öğrenim sürecini içerir. Kendi dilini, anlatım biçimini yakalayabilmek için adeta deneyler yapar. Ancak Tiyatrocular Dönemi’nin onun üzerindeki etkisi yadsınamaz. Durağan görüntüler, dekor ve sahneye verdiği önem bunu kanıtlar niteliktedir. İçeriği bir kenara bırakarak biçimciliğe yönelmesinin bir diğer sebebi de almış olduğu resim eğitimi olarak düşünülebilir. Oyuncu yönetimine uzun bir müddet gereken önemi vermez.

Kemal Bilbaşar ve Atıf Yılmaz Sunar: Gelinin Muradı

Bir başka dönemi ise Gelinin Muradı filmi ile başlar. Bu sefer Kemal Bilbaşar’ın iki hikayesini harmanlayarak eli ayağı düzgün bir hikayeye sahip olan yapım, filmografisinde bir başlangıcın işaretidir. Aşk serüvenini anlatan filmin samimi bir kasabanın etrafında geçmesi döneminin melodramlarının abartılı çevrelerinden farklı olarak bir ilkin örneğidir. Bir başka ilk ise kendi iki hikayesinden (Üç Bulutlu Hikayeler ve Pembe Kurt) harmanlanan filmin senaryosunu Kemal Bilbaşar o kadar beğenir ki esinlenerek Cumhuriyet Gazetesi’nde “Yanlış Zifaf” adıyla bölüm bölüm paylaştığı romanını da 1972 yılında “Başka Olur Ağaların Düğünü” adıyla bütün şeklinde yayımlar.

Ala Geyik filminden
Ala Geyik filminden

Halk hikayelerine yöneldiği dönemde ise önemli üç film üretir: Bu Vatanın Çocukları, Ala Geyik ve Karacaoğlan’ın Karasevdası. Hikayeler Yaşar Kemal’in elinden de geçer. Başrolünde Yılmaz Güney’in, senaryo ekibinde ise Atıf Yılmaz, yine Yılmaz Güney ve Halit Refiğ’in bulunduğu Ala Geyik başarılı filmlerinden biri olarak görülmesinin yanı sıra kendisine ticari bir gelir de sağlamıştır. Folklor öğelerinin hakim olduğu filmlerinde elbetteki eksiklikler mevcuttur ancak ilerleyiş noktasında yakaladığı dilden ötürü farklı bir yere konumlandırılır. Ala Geyik haricinde diğerlerinden ticari bir gelir elde edemediği için en zayıf filmlerinden Ayşecik Şeytan Çekici ile çocuk filmleri furyasına dahil olur.

1961 yılında Orhan Günşiray ile Yerli Film adında bir yapım şirketi kurarak olanaklarını genişletme imkanı bulur. Ortaklığın ilk filmi komedi türündeki Dolandırıcılar Şahı ise Gogol’ün Müfettiş’ini ve Federico Fellini’nin Kalpazanlar Çetesi filmini andırmaktadır. Dolandırıcılar Şahı iki farklı düzeyde kariyeri için önem taşımaktadır. Birincisi Türkiye Sineması’nın o döneme kadar yapılan komedileri arasında hatırı sayılır bir yeri 0lması, ikincisi ise diğer karakterleri -halkı- işleme biçimidir. Gelinin Muradı’nda yarattığı çevre faktörü burada gelişim sürecine evrilir.

Allah Cezanı Versin Osman Bey sayesinde polisiye türüne de el atar. Senaryosunu Vedat Türkali’nin yazdığı Tatlı Bela filmiyle Atıf Yılmaz, bir mahalle esnafı ile şantajcıların hikayesini anlatır. Toplumsal bir eleştiriyi içeren film çevrelerce sevilmez. Kalbe Vuran Düşman ile ilk fantastik denemesini gerçekleştirir. Senaryosuna daha fazla önem verilseydi şayet gerçekten tarihe geçebilecek türde yenilikçi-şiirsel bir yapıya sahip olabilirdi diye düşünüyorum. Film hakkında dönemin görüşlerine ulaşmak çok zor. Bulabildiğim tek metinse şöyle:

“Kalbe Vuran Düşman’da ıssız bir sahilde, köpeği Cuma ile bir Robenson hayatı süren genç bir mühendis var. Günün birinde hayali bir kadın ortaya çıkar. Sevişirler, fakat kadın meçhul bir tehlikeden korkmaktadır. Kısa zamanda delikanlıyı büyüler. Fakat aşklarını açıklayacakları anda esrarengiz şahıslar kadını kaçırıyorlar. Mühendis, sevgilisini aramaya koyuluyor. Buluyor, tekrar kaybediyor. Öldüğüne emin olduğu bir sırada onu başka bir erkekle görüyor.

Kalbe Vuran Düşman, Atilla Tokatlı’nın ‘Vertigo‘ etkisindeki dağınık senaryosunu, Safa Önal’ın baştan savma diyalogları yanında, konunun hazırlanışından gelen aksaklıklarla çok şey kaybetmiş. Robenson’la hayali kadın çevresinde dönen olaylar, şehir hayatına intikal ettirilmese, film çok daha ilgi çekici bir atmosfer içinde geçerdi. Rejisörün, apartmanda, jenerikte ve finalde A. Hitchcock anlayışı iyi. Filmin en başarılı tarafı Atıf Yılmaz, Mustafa Yılmaz ikilisinin kamera çalışmaları…”

Kalbe Vuran Düşman filminden
Kalbe Vuran Düşman filminden

Gelecek yazılarımızda kısa bir şekilde 1970’de ilerlediği çizgiden bahsedip ardından detaylı bir şekilde 1980 ve sonrası Atıf Yılmaz’ın sinemasında kadın temsili üzerinden ilerleyeceğiz.